1 Şubat 2009 Pazar

Jitem itirafçısı Abdülkadir Aygan ile röportaj!

[3]


“Bu para, vize işlerini bazı resmî görevlilerle yapan bir şebekeye verildi. Parayı, Özgür Gündem ödedi. JİTEM'i yurtdışında anlattım. Ben enayi miyim içeride açıklayayım? Cem Ersever anlatmaya kalktı kafasına kurşunu sıktılar.”

“Şemdinli olayının sanığı ‘iyi çocuk’ astsubay Ali Kaya bana ‘hakkında askeri tesislere sokulmayacak, kimse onunla konuşmayacak diye yukarıdan emir gelmiş’ dedi. Durumu anladım. Ben de faili meçhul yapılacağım, öldürüleceğim.”


* * *

JİTEM devam ediyor mu?

JİTEM yok diyenler var. Bunu hâlâ söyleyebiliyorlar. Bir kere Jandarma Genel Komutanlığı’nın 1994 yılı telefon rehberinde JİTEM yazılı ve karşısında telefon numaraları var. JİTEM nasıl yokmuş? JİTEM’in maaş bordroları var. Benim elimde 1992, 1993, 1994’ten bordrolar var. 

JİTEM hâlâ devam ediyor mu diye sormuştum.

İsim değiştirebiliyorlar. Mesela bir ara isim değiştirdiler, Psikolojik Harekât adı altında bir birim kurdular. JİTEM doğrudan Ankara’ya bağlı bir birim. Jandarma istihbarat şubeleri gibi değil. Onlar, İstihbarat Gruplar Komutanlığı’na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı’na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlılar. Bu çok şey fark ettiriyor.

Ne fark ediyor?

Bir alayın istihbarat şubesi Jandarma Alay Komutanı’na bağlıdır. Alay Komutanı da Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlıdır. Ama JİTEM öyle değil. Onun özerk bir yapısı var. Diyarbakır’daki JİTEM komutanı Ankara’daki Gruplar Komutanlığı diye bir birime karşı sorumluydu. Bu yapılanma tarzı, sanki bazı riskleri ortadan kaldırmak içindi.

Ne gibi riskler bunlar?

JİTEM, Jandarma bünyesinde adeta bir paravan şirket gibi kurulmuş. Bu işleri yapsın diye kurulmuş. Çünkü Jandarma Komutanlığı yaparsa gelecek tepki farklıdır. JİTEM yaptı mı farklıdır. “Bunlar kanun dışına çıkmışlar” deyip JİTEM’i feshedebilir ama Jandarma’yı feshedemez değil mi? JİTEM’i ise fesheder, onun personelini dağıtır sonra başka elemanlarla farklı bir isimle tekrar aynı yapıyı kurar.

Öyle mi oldu?

Evet.

Peki, Türkiye çapında kaç JİTEM personeli var?

Benim dönemimde üç yüz kadardı. İtirafçılar için de 27 kişilik kadro ayrılmıştı. Ama bildiğim kadarıyla sekiz tanesi devlet memuru oldu. Kimini temizlikçi, kimini işçi, kimini sivil memur olarak devlete aldılar. Ama bir de gizli, seyyar çalıştırılanlar var tabii, onların sayısını bilmiyorum.

JİTEM infazlar yaptı... Öldürmekten hoşlanan insanlar mı bunlar?

Zevk alan kişilerdi ve halen görevdeler. Bir komutan olarak üç genci diz çöktürüp, kafalarına arkadan kurşun sıkıp öldürmek başka nasıl açıklanabilir? Eğer zevk alınmıyorsa yapılmaz bu iş. Emrinde bir sürü astsubay, uzman çavuş, memur var. Öldürmekten hoşlanmasa onlara yaptırır. İnfazı kendisi yapmak zorunda değil ki.

JİTEM elemanıyken kendinizi dokunulmaz hissediyor muydunuz?

Tabii hissediyorduk. JİTEM bünyesindekiler kendini beğenmiş bir havadaydı. “Ben istediğimi alırım, sorgularım, öldürürüm kimse bana karışamaz” diyorlardı. Eeeee... Bunu yaparken hem kendi kurumunun amirlerinden hem de dönemin hükümetinden, siyasetçilerinden sırt alıyorlardı.

Nasıl yani?

Tansu Çiller, “bildiğiniz yolda devam edin, maddi manevi, hukuki ne gerekiyorsa ben sizi destekleyeceğim, sizin arkanızdayım” diye söz vermiş. Hasan Kondakçı Paşa anlatmış bunu. Bunu bir ülkenin başbakanı söylerse JİTEM komutanı da tabii ki pervasızlaşır. Gider gençleri alır, sorgular kafalarına kurşun sıkar... JİTEM kendini böyle bir yere koymuştu ve böyle bir psikolojiye bürünmüştü.

Psikolojileri neydi?

“Ben en iyisini yapıyorum. Diğerleri yanlış yapıyor. Onların içinde hainler var. Türkiye ancak benim girdiğim yoldan terör belasından kurtulur. En iyisini asker ve askerin JİTEM bölümü yapar” diye düşünüyorlardı. Onun için de MİT’e, Emniyet’e tepeden bakıyorlardı. Yaptıkları hiçbir işten onları haberdar etmiyorlardı. Yoksa MİT ve polisin dinleme ağı çok daha gelişmişti ve JİTEM’in yaptığı kirli işleri biliyorlardı. Ama bir şey yapamıyorlardı.

Pis işler arasında uyuşturucu, silah var mıydı?

Vardı ama ben çok şükür o işlere bulaşmadım. Bu sistemde bazıları para kazanmadı. Onlar mevki ve şöhretten zevk alıyorlardı. Çünkü büyük bir güçtü bu. Yıllarca Güneydoğu’da çalışan Cem Ersever parasız pulsuz öldü. Bizzat görmedim ama benim tahminim Yeşil’i ve itirafçıları bu işle görevlendiren Veli Küçük’tü. Yeşil de, Veli Küçük de Cem Ersever’e cephe almışlardı.

Paylaşamadıkları neydi?

Cem Ersever ölünce, Veli Küçük güç sahibi oldu. Normal bir Jandarma birliğinin komutanı olsa da, Veli Küçük de aynı JİTEMvari yöntemleri kullanıyordu, JİTEM sistemini komutan olarak bulunduğu yerlerde devam ettiriyordu. Sapanca şeytan üçgenindeki infazlar hep JİTEM sisteminin devamıydı. Veli Küçük JİTEM komutanı olmasa da, onun bulunduğu yerin JİTEM timi bir şey yaparken ona danışmak, bildirmek, onayını almak zorundaydı. Veya bazı operasyonları kendisi de emretmiş olabilir. Deminki lafıma devam edeyim.

Evet...

JİTEM kendini kurumlarüstü ve dokunulmaz görüyordu. Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Abdülkerim Kırca Diyarbakır’daki infazlarla ilgili olarak 16 yıl ifadeye çağrılamadı.

On bir sanıklı JİTEM davasında siz de yargılanıyorsunuz değil mi?

Evet... Davayı bir oraya, bir buraya atıyorlar. Zaman aşımına uğratacaklar. Böylece infazlar da hasıraltı olup gidecek. Sadece birkaç sivil memurla, yani itirafçıyla ve bir iki uzman çavuşla davayı kapatacaklarını sanıyorlar. Bu insanlar o işleri kendi başlarına yapmadılar ki. Amirlerin emri olmadan hiçbir memur ve ast böyle bir şey yapamaz.

JİTEM’i kim kurdu?

Benim öğrendiğime göre 1986’da Hulusi Sayın, Hüseyin Kara, Arif Doğan, Cem Ersever ve Aytekin Özen gibi komutanlar tarafından kuruldu. Ben 1990’da JİTEM’e girdim.

Veli Küçük yok mu o sırada?

Yok... Veli Küçük’ü ben Diyarbakır JİTEM’de gördüm. Sivil elbiselerle dolaşıyordu.

JİTEM’e neden katıldınız siz?

Ben PKK’dan firar ettim. PKK beni yaşatmayacak endişesiyle yaşayamazdım. JİTEM’e bir bakıma sığındım. Ama JİTEM’e sığındık diye, bizim örgütle aramızdaki çelişkiyi kullanıp bizi tekrar tetikçi yapmanın vicdanla, namusla, şerefle bir alakası var mı? Ben Kars’ta piyade olarak askerliğimi yapıyordum. Beni Diyarbakır’da Jandarma’ya aldılar. JİTEM’in varlığını orada öğrendim. Tamam... Askerliği bitirinceye kadar verilen görevi yaparsın ama askerlik bittikten sonra...

Jandarma’da askerlik bittikten sonra ne oldu?

Bizi JİTEM’e sivil memur olarak aldılar. Ben Diyarbakır JİTEM’de her türlü pis iş, iyi iş olmak üzere dokuz yıl görev yaptım. Terörist gibi giydirilip dağlara da gönderildim. Necati Özgen Paşa’yla Barzani’nin arasında masaya oturup onlara tercümanlık da yaptım. Zaho’daki operasyonda kırk gün PKK’lıların telsiz konuşmalarını tercüme ettim. Bunun için Bölge Komutanı Mehmet Çavdaroğlu’ndan takdir ve para ödülü aldım.

Bütün bunlarla neyi anlatmak istiyorsunuz?

Ben Diyarbakır’da huzursuz oldum. Gördüklerimden ötürü psikolojim bozuldu. Geçmişi sporcu olan bir insanım, madalyalı atletim. Hayatımda içki içmezken içmeye başladım. Geceleri eve gelmemeye başladım. Aile düzenim bozuldu. Defalarca başka yere tayinimi istedim. Dilekçeler verdim. Hiçbiri kabul edilmedi. Tayinini istemek normal bir memurun hakkıdır. Memuriyetimin sonuna kadar Diyarbakır’da kalmak zorunda mıyım?

Siz JİTEM’deki işinize memuriyet mi diyorsunuz? Bu bir kamuflaj değil mi size göre? Cinayet işlemek ya da cinayetin işlenmesine katılmak, ortamı sağlamak, işkence yapmak ya da işkence odalarında bulunmak memuriyet mi sizce?

Değil. Bunun memuriyetle hiçbir alakası yok.

Peki, o zaman dilekçe verip tayin istemek, beni artık cinayet işlemeyeceğim ya da cinayet işlenmesine gözcülük etmeyeceğim bir yere tayin edin demek biraz saflık olmuyor mu?

İnsanın bir tahammül gücü var. Tahammül gücün bitiyor ve normal ve yasal yola başvuruyorsun. ‘Eğer benim statüm memuriyetse yeter artık, ben bu ortamda kalmak istemiyorum’ diyorsun. Ama tayinimi vermediler. Bir türlü JİTEM’den ayrılamadım. Çok şey biliyor, ayrılırsa kontrol dışına çıkar, başımıza bela açabilir diye düşündüler.

Ama sonunda ayrıldınız ve korktuğunuz başınıza gelmedi. Tasfiye edilmediniz. Nasıl hayatta kaldınız? Sizi kim korudu?

Beni Burdur Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne sivil memur olarak tayin ettiler. Giderken JİTEM Komutanı Cemal Temizöz beni makamına çağırdı, “Burada gördüğün, duyduğun burada kalacak. Kod adın da burada kalacak. Geçmişle ilgili hiç kimseyle konuşmayacaksın” dedi. Ben de söz verdim.

Size niye güvendiler?

Çünkü gene bir askerî birliğin içine gidiyorum. Gene aynı teşkilatın içindeyim. İstedikleri an gene beni içeri alabilirler. Orada da İstihbarat Şube’nin emrine verdiler zaten. Beni kontrol ediyorlardı hep. Aslında benimle işleri bitti ve beni Burdur’a normal memur olarak onun için gönderdiler. Mesela şimdi bana sözde itirafçı diyorlar. Peki, ben PKK’dan ayrılıp geldiğimde bana itibar ediyordun. Ben o zaman sözde değildim. Özdeydim. Benim ifadelerimi doğru kabul ettin ki, birçok operasyon yaptın. Beni 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tâbi tuttun, bölge komutanının kaldığı lojmanın bitişiğinde lojmanda oturttun. Bölge vali yardımcısının komşusu yaptın. Elime her türlü silahı verdin. Bana evimde silah, bomba bulundurma dahil her türlü sınırsız imkânı sağladın bana. Bana bu işleri yaptırdın. Şimdi işin bitti beni Burdur’a normal memur olarak gönderdin.

Bunun nesi kötü?

Ben 1990’dan 1999’a kadar dokuz yıl Diyarbakır’da JİTEM’de kalmışım. Deşifre olmuşum, hedef olmuşum. Can güvenliğim yok. Diyarbakır’da istediğim silahı taşımışım. İster ruhsatlı, ister ruhsatsız çifte silahla dolaşmışım, evimde silah, bomba, kalaşnikof her türlü silahı bulundurma imkânım var. Benimle işleri bitti Burdur’a Jandarma İstihbarat’a gönderildim, çırılçıplak kaldım. Bıçak taşıma yetkim bile yok. Gittim kendime Çekoslovak marka bir silah satın aldım. Taşıyamazsın dediler, ucuza birine sattım. Bize ihtiyaçları kalmadı, biz deşifre olduk, bazı şeyleri mırıldanmaya başladık, bu işlerine gelmez, bizi kızağa aldılar. Albay Ali Yıldız beni denetleme niyetiyle iki kere Burdur’a geldi.

Sizin döneminizde Burdur Jandarma Komutanlığı’nda hayvan hırsızlığı suçlamasıyla sorgulanan köylülere işkence yapıldı. Köylüler siz de dahil görevliler hakkında dava açtılar. Siz sonradan bir dilekçe vererek köylülere işkence yapıldığını itiraf ettiniz. Köylülere niye işkence yaptınız?

Emredildi ve yapıldı işkence. Hatta sorgu bitip de iş mahkemeye gittikten sonra Alay Komutanı bize takdirname verdi. Çünkü hayvanlarının çalındığını iddia eden MHP’li zengin bir aileydi. On beş köylüye işkence, Alay Komutanı’nın bilgisi dahilinde, İstihbarat Şube Müdürü yüzbaşının da emriyle yapıldı.

Emirle olunca işkence yapmamış mı oluyorsunuz?

Yapmazsanız dışlanırsınız. Kuruma ters düşmüş olursunuz. Bir kulp takarlar ve başınıza bela getirirler. Savcı bana “Eğer sen şimdiden basit hayvan hırsızlığında ifşaatlarda bulunuyorsan ve Jandarmayı suçluyorsan, yarın bir gün daha büyük ifşaatlarda bulunabilirsin” dedi. Zaten o zaman benim aklım başıma geldi.

Ne düşündünüz?

Anladım ki bu savcı da aynı şebekenin içinde. Nitekim bu olayda biz alttakiler yargılandık, yüzbaşı ve komutan yargılanmadılar. Devletten istifa ettim. Hâlâ lojmanda oturuyordum ve kontrolleri altındaydım. Ailemin ısrarı üzerine memuriyete geri dönmek istedim. İki dilekçem de kabul edilmedi. O zaman tam anladım ki kullanıldım ve benimle artık işleri bitti ve çember daralıyor. Hatta Şemdinli olayının sanığı Ali Kaya’yla...

Bu, dönemin genelkurmay başkanının “iyi çocuk” dediği astsubay değil mi?

Evet o. Mutkili Ali. Diyarbakır’dan tanışıyoruz. O Jandarma’da sorgulama amirliğindeydi. Bana, “senin hakkında o kişi askerî tesislere sokulmayacak. Hiçbir askerî personel onunla konuşmayacak diye yukarıdan emir gelmiş” dedi, Ben durumu anladım. Ben de faili meçhul yapılacağım, öldürüleceğim. Yurtdışına çıkma arayışına girdim

Yurtdışına nasıl kaçtınız?

Kaçmadım. 2003’te Aziz Turan kimliğimle pasaport aldım, çıktım. Rusya’ya vize almak kolaydı Rusya’ya uçtum. Oradan İsveç’e geldim.

Yurtdışına çıkışta size PKK yardım etti mi?

Ben PKK demeyeyim. Resmen PKK derseniz olmaz. Özgür Gündem gazetesi yardım etti bana. Yedi kişilik ailemin yurtdışına çıkması için 45 bin dolar harcadı. Bu para, vize işlerini bazı devlet görevlileriyle birlikte yapan bir şebekeye verildi. Bu parayı Özgür Gündem ödedi.

Niye ödedi?

Demek ki o esnada yurtdışına çıkmam onların da işine geliyordu.

Niye?

Dokuz yıl JİTEM’de çalıştığımı ve birçok şeye şahit olduğumu biliyorlar. Bunları anlatmamı istediler. Ben enayi miyim içeride açıklayayım. Cem Ersever açıklamaya kalktı ensesine sıkıldı. Dışarıda açıkladım, kitap olarak yayınladılar. Bütün faili meçhullerin suçlusu benmişim gibi gösterdiler. PKK’nın da benimle işi bitti.

Sizi burada kim koruyor şimdi?

Allah ve İsveç devletinin kanunları koruyor. PKK’nın buradaki taraftarlarına o hainle hiç bir ilişki kurmayın diye emir vermişler. Kürdüm diyenler bana selam vermiyor.

PKK’dan neden ayrıldınız?

Artık dayanamayacak bir noktaya gelmiştim. Mezra baskını yapılacak ve o mezrada hiç kimse canlı bırakılmayacaktı. PKK’dan firar edip köylüye haber verdim. Ayrıca çok arkadaşım infaz edildi benim. Kimse “benim infazlardan haberim yok, görmedim” demesin. PKK’da uzun yıllar yer almış herkes iç infazları bilir.

İç infaz nasıl yapılır?

Mesela Silvanlı Ramazan diye bir çocuk ajanlıkla suçlandı. Haftanin kampında cezalandırıldı. Duran Kalkan hepimizi bir alana topladı ve elleri arkadan zincirle bağlı arkadaşımızı karşımıza dikti. Bize bastonuyla nutuk çekmeye başladı. Hepimizi ajite etti. Ben dahil herkes o çocuğun ajan olduğuna inandık. Bize “Ajanların cezası nedir” diye sordu. Hepimiz bağırdık “ölümdür”. “Cezasını kim verecek?” Hepimiz el kaldırdık. Bana dese ‘gel sen infaz et’, ben gidip infaz edecektim. Zaten Duran Kalkan soracak da biri el kaldırmayacak.

Kaldırmazsa ne olur?

Onlara göre o zaman o da ajandır. Apo’nun kendi ağzından açıklaması var. “PKK’nın başlangıcından bu yana on dört bin iç infaz var” dedi. Örgütün icraatını, gidişatını, ideolojisini eleştirenler ajan ilan edilerek infaz edildiler. İnfazları yapanlar, dört beş bin kişinin benim gibi PKK’dan ayrılmasına, gidip devletin derinliklerinde kanundışı işlerde ajan gibi çalıştırılmasına neden oldular. O dört, beş bin kişinin bir kısmı tekrar PKK’ya döndü. Bir kısmı ise tarafsız kalmaya, normal bir vatandaş gibi hayatını sürdürmeye çalıştı ama mümkün değil. PKK çoğunu vurdu. Bunlar da iç infaz işte.

Abdullah Öcalan son avukat görüşmesinde sizin için “onun JİTEM’de çalıştığını bana söylemişlerdi. Beni infaz etmesi için onu Şam’a gönderdiler” demiş. Öcalan’ı öldürmeye Şam’a gittiniz mi?

1983’te askerden firar ettiğim dönemi kastediyor. Ben 1980 öncesinde PKK’nın Nizip askerî alan sorumlusuydum. O sırada faşist dediğimiz altı ülkücü genci öldürdüm, bombalar attım. Bu yüzden de askerden firar ettim. Çünkü çember daralmaya başlamıştı. Kardeşim yakalandı ben de yakalanabilirdim ve bu cinayetlerden hapis yatabilirdim. Bu yüzden Kıbrıs’ta askerlik yaparken önce Rum kesimine gittim. Ben Almanya’ya gitmek istiyordum. Ama beni Yunanistan’a gönderdiler.

Niye?

1980 darbesinden kaçan herkes oradaydı. Yunan İstihbaratı bana PKK, Kürdistan hakkında sorular sordu ve beni Lavrion kampına gönderdiler. Lavrion kampındayken Öcalan bana telefon edip beni Şam’a çağırdı. Yoksa benim niyetim tekrar onun emrine girmek değildi. “Buraya gel” dedi.

Şam’a gittiniz mi?

Kendisi beni Şam’a çağırdı, gittim. Beni APO’ya 200 metre uzaklıktaki bir eve yerleştirdiler. Beni ve arkadaşı yanına koruma alarak mahallede gezintiye çıkardı. Bizim ikimizde tabanca vardı. İki buçuk ay orada kaldım. Futbol oynamaya giderdik. Geceleri sohbet için beni çağırıyordu. Baş başa oturup konuşuyorduk. Ajan olan birine nasıl güveniyorsun? O anda seni imha edebilirim... Beni Şam’a kendisi çağırıyor, sonra da ajanmış beni infaz etmek için gönderildi diyor. Sen beni yanına seni infaz edeyim diye mi çağırıyorsun? Benim hakkımda bir kampanya başlatıldı.

Niye?

Albay intihar ediyor suçlusu ben gösteriliyorum. Apo, benim yaptığım açıklamaların gerçek olmadığı şüphesini insanlarda yaratmak için bu beyanatlarda bulunuyor. Halbuki benim JİTEM’de kalmamı isteyen kendisidir. Havva ablasıyla bana haber gönderen, “orada kalsın, çalışsın, istifa etmesin” diyen kendisidir.

Öcalan’ın ablası bu mesajı ne zaman getirdi?

Adana’nın Yakapınar köyünde benim ablam, amcam, teyzem oturuyor. Onun Havva ablasıyla komşu. Ben Diyarbakır’dayken bayramda akraba ziyaretine giderdim. Havva ablasıyla mecburen karşılaşıyoruz bayramlaşıyoruz. Bir gün gene hal hatır sorarken JİTEM’den ayrılmak istediğimi söyledim. “Böyle böyle şeyler oluyor, ben dayanamıyorum” falan dedim. “Ben bildiririm ona” dedi. Ablası onunla görüşüyordu. Hatta anlattığına göre beni Öcalan kendisi sormuş. O da “filan yerde çalışıyor fakat ayrılmak istiyor” demiş. Öcalan da ona, “şimdilik orada kalsın, ayrılmasın” demiş.

Öcalan Şam’da sizden ne istedi?

Beni önce Lübnan’daki eğitim kamplarına gönderdi. Sonra da Kuzey Irak’taki kamplara gittim. Böylece tekrar PKK militanı oldum. Apo benden büyük devrimcilik beklediğini söylüyordu. Cemil Bayık’a gönderdiği mektupta yazdı bunu. Sonra Öcalan’ı bir daha hiç görmedim. O zamanki karısı Kesire Öcalan bizi havaalanına kadar götürdü. Kuzey Irak kamplarında bulunan Duran Kalkan’a vermemiz için bize yüklü miktarda döviz verdi.

Siz İsveç’e kaçtınız. Diğer itirafçılara ne oldu? Onlar ne yapıyorlar?

Devlette memurlukları devam ediyor. Diyarbakır’da her zaman uğradıkları esnaflar vardı. Onlarla yaptığım telefon görüşmelerinde hiç birinin Diyarbakır’da görülmediğini söylüyorlardı. Duyduğuma göre hepsinin yerlerini değiştirmişler. Dağıtmışlar onları. Bazılarını askerlik şubelerine vermişler. Zaten bunları ya atacaklar, ya öldürecekler, ya da içlerinde tutup kontrol edecekler. Ben onların akıbetlerini iyi görmüyorum.

Neden?

Ergenekon davasında yaşananlardan ve benim bu açıklamalarımdan sonra korkuya kapıldılar. Albay intihar etti. Diğerlerini de yaşatmazlar bence. Benim gibi devlette memurluk yapmış olan itirafçıları yaşatmazlar. Kullandılar ve işleri bitti onlarla. Şimdi harcayacaklar onları. Çünkü çok şey biliyorlar ve bu işlerine gelmez. Bir cinayeti de bilse, bir cinayet bir cinayettir ve insanı ipe götürür. Bunlar korkuya, paniğe kapılmışlardır. Bana bu kadar saldırdıklarına göre o itirafçıları da yaşatmayacaklardır.

Bir gün ülkenize dönebilecek misiniz?

Neyin ne olacağı belli değil. Fakat ben dönmek istemiyorum. Ben her şeye herkese küstüm. Ülkeme de küstüm, kardeşlerime de, aileme de, herkese küstüm. Ülkemi çok seviyorum ama bu pislikler temizlenmediği ve bu olaylar sürdüğü sürece gitmek istemiyorum. Ben şimdi vicdani ve insani görevimi yapıyorum. Ben bütün bunları anlatmayabilirdim. Bazıları gibi kendimi gömebilirdim. Hayatım başka türlü olurdu. Ben bunları teptim, her türlü tehlikeyi göze aldım.

Kendi insanlarınızı öldürdüğünüz için şimdi ne hissediyorsunuz?

Dünyada en kötü ruh hali hangisiyse ve dünyanın en ağır pişmanlığı neyse onu hissediyorum. Kullanıldığımı hissediyorum.

Ergenekon davası için sizden bilgi istendi mi?

Hayır.

Tanıklık yapar mısınız bu davada?

Bir şartla yaparım. Tanıklığı, bulunduğum ülke İsveç’te yaparım. Dünyanın garantisini verseler Türkiye’ye gitmem. Can güvenliğimi sağlayamazlar. Çünkü bunlar ahtapotun kolları gibi her yere girmişler. Ergenekon örgütü, yakalananlarla sınırlı bir şey değil. Bunların altları var, üstleri var. Astın da astı, üstün de üstü var. Daha çok çıkacak bu astlardan, bu üstlerden. Biz JİTEM’de gördük bu sistemi. Zaten JİTEM Ergenekon’un bir parçasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder